MURAT ÖZDEMİR-BULUNTU CENNET /SES’SİZ

BULUNTU CENNET/ SES’SİZ

Son dönem açığa çıkan resimlerim başlangıçta “buluntu cennet” tanımlamasıyla, tasarlanmış bir ‘bahçe’nin, fotoğraf aracılığıyla dondurulmuş lokal görüntülerinin seçilmiş/montajlanmış toplamına odaklanıyordu… Bu ise, botanik zenginliğin resim düzleminde tarafsız anlatımıyla nihayetleniyordu. Giderek son derece kişisel hatta biyografik denebilecek bir sürece evrilen kompozisyonlar, yakın dönem yaşanmışlıklara bir tepki olarak ta okunabilir.

‘Bahçe’ özelinde ki doğa imgesi, sonrasında dönüşerek, endüstriyel olarak seralarda üretimi yapılan ve ait olmadıkları bir iklimde ve coğrafyada, yabancısı oldukları bir toprakta –içinde hapsoldukları saksılarda– hayata tutunma çabasındaki saksı bitkilerinin varoluş çabasını da anlatır gibiler… Tropik iklim kuşağında serpilen o türler, ticari meta olarak, mekanların dekoratif bütününe hizmet ettikleri ölçüde hayatta kalma şansına sahipler, aynı bizler gibi… bu coğrafyada sanatçı olmak– cinsiyet gözetmeksizin– insan olmak, hatta hayvan olarak var olmak, vahim sonuçlarıyla, aidiyetlik duygunuzu yitirdiğiniz, bir biçimde kendi vatanınızda ‘mülteci’ olarak hissettiğiniz, hepimizin ortak ve kadim meselesi halinde önümüzde duruyor.

Başta ‘bahçe’nin masalsı, düş gibi görsel zenginliğinin üzerinde dolaştığımız doğa imgesi, kendi köklerinden, bağlarından kopmuş saksıdaki bitkilerin yan yana, arka arkaya yığıldıkları bir çokluğa dönüşürken, –antikacı dükkanına düşmüş bir mobilyanın çekmecesinden çıkmış, kime ait olduklarına dair hiçbir bilginin olmadığı aile fotoğraflarındaki “meçhuller” gibi birlikte poz veriyorlar…

Murat Özdemir

GÖZDE USKUR-KOŞULSUZ BİR GÖĞÜN ALTINDA

KOŞULSUZ BİR GÖĞÜN ALTINDA

Resim yapmak benim için içe dönük bir günden önüme düşenleri görme çabasını gerektiriyor. Manzaralar, hayvanlar, güneşler, bulutlar, türlü yeşillikler ve mavilikler ve kimi insanlar; basitlik, canlılık ve sakinliğin izini sürme merakıyla bir araya geliyor. Çok uzağa gitmeden, hayatın sadece her günkü haliyle ilgilenerek, onun hep sıradışı ve benzersiz oluşunu not etmek isteği duyuyorum. Bunun için genelde pastel boyaları, sulu boyaları ve kalemleri kullanıyorum. Yaptığım her şeyi tabii ki beğenmiyorum, sevmediklerimi dönüştürmeye çalışıyorum; dönüşmüş hallerini sevmeye çalışıyorum ve neredeyse hiç baştan başlamıyorum. Baştan başlamaya pek inanasım gelmiyor.

Belli bir çabayı düzenli bir şekilde sürdürebilmemi mümkün kılan herkese, her şeye ve olumlu,  olumsuz tüm koşullara teşekkür ediyorum. Bu sergi aracılığıyla bir de gökyüzüne…

Şanslıyız ki yaşadığımız bu şehrin göğü bize bir günün içinde birbirinden çok farklı varyasyonlar sunar. Bulutlarla oynar, günbatımlarını çeşitlendirir. Dinginliğin ardından tedirginliği çağrıştırır ve yine de koşulsuz kalır. Işığa oyun alanı yaratan her şey gibi…

Koşulsuz bir gökyüzü renklerle, canlılarla ve günlerle dolaysız ilişkiler kurmamızı sağlayan bir yer oluverir. Güzel olanı kırık olandan, sevinçli olanı kederli olandan ayırmaz. Her şeye aynı mesafede kalarak devinebilmenin daimi anımsatıcısı olarak bizim için her gün orada durur. Böyle bir gökyüzü artık sadece doğanın bir parçası değildir. Hiç bitmeyecek bir filme bakar gibi, başımızı kaldırır, yaşamın sürüp gidişini seyre dalarız.

Ne güzeldir ki bizi eşzamanda kucaklayan bir kubbeyi içimize çekerek yaşıyoruz.
O açık bir kalp gibi atıyor, biz onu duyuyoruz.

                                                                                                                                                     Gözde Uskur

MURAT DENİZEL- SEN VARKEN

Yaşamımda derin izler bırakan ne varsa kalemlerim, kağıtlarım, boyalarım, formlarımla notlar bırakıyorum başta kendime. Hatta bazen harflerle, kelimelerle. Özgürlüğümün tadını sonuna kadar çıkararak. Bağımsız, kaygılardan uzak, dışarıdan müdahalelere izin vermeden. Baskılara, tehditlere boyun eğmeden. Değişen yaşam şartları ile inatlaşmadan.
Ne anlıyor insanlar resimlerime bakınca? Bilmiyorum, çok da ilgilenmiyorum. Ne anlamak istiyorlarsa onu anlıyorlardır. Belki de hiçbir şey anlamıyorlar. Beni hiç ilgilendirmiyor. O da onların özgürlükleri.
En çok özgürlüğe ihtiyacı vardır insan evladının. Ama doğada olduğu gibi saygıyla, sevgiyle akarak birbirlerinin yaşamlarına.
Özgürlük her canlının özlemidir bazen alenen, bazen derinlerde bir yerlerde. Kimi kavuşur kimi kavuşamaz. Ben resimlerimle kavuşuyorum özgürlüklerime.
Ruhumun suyu, havası özgürlüklerime.
Kendimce, kendim gibi ve kendim kadar.

Özgürlüklerimi yaşayabilmem için sevgisiyle her zaman ve hep yanımda olan canım sevgilimin, eşimin, Altıngül’ün anısına açıyorum sergimi. Bize ve bana yaşattığı her bir an, her bir güzellik için ona hep minnettardım, hep minnettar kalacağım.

Whatever has left deep marks in my life,
I leave notes about them. through my pens, my papers, my paints, and my forms. First and foremost to myself.
Sometimes even through letters, through words.
Savoring the taste of my freedom to the fullest.
Independent, free from worries, untouched by outside interference.
Never bowing to pressure or threats.
Never resisting the changing conditions of life.
What do people see when they look at my paintings?
I don’t know and honestly, I don’t care much. They understand whatever they wish to understand. Perhaps they understand nothing at all.
It doesn’t concern me that, too, is their freedom.
A human being’s greatest need is freedom. But like in nature flowing with respect and love into each other’s lives.
Freedom is the longing of every living being, sometimes openly, sometimes hidden deep inside.
Some find it, some never do.
I find mine through my paintings.
The water and air of my soul are my freedoms. In my own way, as myself, and as much as myself.

I dedicate this exhibition to the memory of my beloved partner, my love Altıngül
who was always by my side with her love, so that I could live my freedoms.
For every moment, every beauty she gave me I have always been, and will always remain, deeply grateful.

05-22 Kasım 2025 tarihleri arasında Galeri A Güncel Sanat Merkezimizde izlenebilir.

Adetten

DİDEM DAYI, CEMİLE KAPTAN, RÜÇHAN ŞAHİNOĞLU

“ADETTEN”

GALERİ A 

27 EYLÜL- 1 KASIM 2025

Didem Dayı, Cemile Kaptan ve Rüçhan Şahinoğlu’nun sergisi “Adetten”, 27 Eylül- 1 Kasım 2025 tarihleri arasında Galeri A’da izlenebilecek.

Farklı disiplinlerden gelen, İstanbul’da yaşayan ve üreten üç sanatçı, Galeri A’da açılacak yeni sergilerinde, toplumsal ve bireysel döngüler, gerilimler, çatışmalar üzerine düşünüyorlar. Biyolojik tekrarlar, toplumsal aktarımlar, içine sığabildiğimiz ve sığamadığımız her türlü şeyi   ‘kadınlık’ ve ‘toplumsal cinsiyet’ kavramları perspektifiden üretimlerine yansıtıyorlar. Yapıtlarında, adetten olan ve tekrar edenin peşine düşen sanatçılar; tekrarlayan nedir? sorusunu soruyor ve artık devam etmeyenle yüzleşiyor / karşılaşıyor / hesaplaşıyorlar.

Didem Dayı uzun süredir üzerinde çalıştığı toplumsal cinsiyet, hiyerarşi, tahakküm ilişkileri üzerine bireysel deneyimlerini odağa alarak ürettiği işlerinde reklam/tasarım dilini kullanan sanatçı “Adetten” sergisi için farklı bir malzeme kullanımını deniyor.

Cemile Kaptan seramik, resim, gravür, desen, fotoğraf, yerleştirme ve videolarında cinsiyet, melankoli, aidiyet, kayıp, yas, özlem konularına mahrem bir gerçeklikle eğilirken, an’a odaklanan minimal bir görsel dil seçer. “Adetten” sergisinde de toplumsal kalıpları sorgulayan bir seçki sunuyor.

Rüçhan Şahinoğlu’nun yapıtlarının temel izleğini, iletişimsizlik, yalnızlık ve yabancılaşma kavramları oluşturuyor. 1996 yılından bu yana Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli kentlerinden İstanbul’daki kendi adresine kartpostallar gönderen Rüçhan Şahinoğlu, yıllara yayılan bu uzun soluklu performansın temelindeki içsel yalnızlığı ve varoluş oyununu “Adetten” sergisinde de izleyiciyle buluşturuyor.

“Adetten” sergisi 1 Kasım 2025’e kadar Galeri A İzmir’de görülebilir

Didem Dayı 1973 yılında İstanbul’da doğdu. Sanatçı ve tasarımcı olarak yurtiçi ve yurtdışında çeşitli sergilere katılan sanatçının “Ne Yazık ki Milyonlarca Kadının Yaptığını Yapmada Tereddüt ediyordum”, “Kadınlar İçin Metodolojik Bilgiler”, “Doğru Kullanıldığında Çok Puan Kazandırır” ve “Dünyanın En Mutlu Kadını” başlıklı dört kişisel sergisi bulunuyor. 2017 yılında ‘Barış Bildirisi’ni imzaladığı gerekçesiyle akademisyen olarak çalıştığı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden KHK ile ihraç edilen sanatçı halen kendi ofisinde tasarımcı ve serbest araştırmacı olarak çalışmaktadır.

Cemile Kaptan  1977 yılında İstanbul’da doğdu. Eserleri 1999’dan bu yana yurtiçi ve yurtdışında pek çok karma sergide sergilenen Cemile Kaptan’ın, Kum ve Diğer Renkler, Dehliz ve yine Galeri A’da sergilenen Postpartum adlı üç kişisel sergisi bulunmaktadır. Sanatçı üretimini İstanbul’da sürdürmekte ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 

Rüçhan Şahinoğlu 1970 yılında İstanbul’da doğdu. İlk kişisel sergisini 1995 yılında açtı, yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda karma sergiye katıldı. “Gönderen: Rüçhan Şahinoğlu” ve “Sanatçı Kartpostalları” gibi projeleriyle kartpostalı bir sanat formatı olarak kullanan ilginç çalışmalarıyla dikkat çekti, ayrıca ‘posta sanatı’ akımının Türkiye’deki ilk temsilcileri arasında yer aldı.  2021 yılına kadar Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür.  

SERGİ: AKBAY & AKBAY

İki kuşağın resim yolculuğuna, kesintisiz bir sanatsal akışa şahit olmak kuşkusuz heyecan verici ve ayrıcalıklı, Osman Akbay’ı 2018 yılında kaybettik. Ancak kızı Bahar Akbay Akçura genetik avantajını tutkulu bir çalışmayla sürdürüyor,  tarzları bir hayli farklı olmasına rağmen babasının ayrıksı ve özgün plastik mirasını da canlılıkla koruyor. Hemen saptamamız gerekir ki, Bahar Akbay’ın annesi de Gazi Eğitim Resim Bölümü mezunu. Bu hem Bahar hanıma net bir genetik piyango, hem de doğumundan itibaren resmin ve eğitiminin doğal olarak var olduğu bir ortamda büyüme şansını vermiş. İkibuçuk yaşında başlayıp hiç bırakmadığı çalışmalarının sonucu bence olağanüstü, Bahar Akbay’ın sanat ve estetikle ilgili her konuyu sanki ozmos ile doğallıkla ve dolaysızca içselleştirmiş. ODTÜ Psikoloji, babasının da hocası olan Kayıhan Keskinok, Tansel Türkdoğan, Sezai Kara ve Orhan Taylan atölyelerindeki eğitimleri onun sanatını daha da yoğunlaştırıp demlemiş. Tutumlu bir renk tavrıyla giriştiği insan odaklı işler yetkin bir estetik tavrın ve olağanüstü bir desensel özgüvenin ifadeleri. İnsan bedeni, yaşamsallık, hareket ve estetiğin kesiştiği heyecan ve sevinç yüklü tablolarla karşı karşıyayız.

Baba Akçay ise sanat hayatımızda kendine sağlam bir yer edinmiş özgün bir sanatçı: Sadelik, tehlikeli bir biçimsel serüven olan boşluğu kullanma, özgün plastik tavrı ve hakikatle ördüğü eşsiz ilişki, kusursuz desen bilgisi

onu kuşkusuz büyük sanatçılarımız arasına yerleştiriyor.

“Kendine özgü tarzı ve renkleri, bence inanılmaz renkli, naif ve sağlam kişiliğinin yansımaları. Doyumsuz bir yaşam iştahı, güzelliği bulup çıkaran çok güzel gözleri, ummanlar kadar zengin ve iyilik dolu bir yüreği, ilerici, devrimci cesur bir kafası, hayatı güzelleştiren bir mizah gücü ve hırstan azade mütevazı ve onurlu bir yaşamı vardı. Tapılan bir öğretmen, dürüst bir avukat, eşi olmayan bir baba ve eşti. Ondan bana bir şeyler geçmiş olduğunu düşünerek avunmaya çalışıyor, onunla ve bıraktığı tertemiz isimle gurur duyuyorum.” Bahar Akbay

Haziran 2025

Attila Güllü

Küratör

SERGİ: aynı FAMİLYADANLAR

“İşlerimde raslantısallığa ve tesadüfi

şeylerin güzelligine vurgu yapıyorum. 

Bir formun bir

motifle sarılması, bir kilim üzerindeki desenler, ya da

mimari bir yapıyı kaplayan karolar, vücudumuzu kaplayan

hücreler gibi bana hep büyülü gelmiştir. 

“Aynı familyadanlar”

isimli işler seri üretim yöntemlerindeki bir hata

sonucu ortaya çiktı ve bize bir sey anlatıyor.

Biri büyük biri küçük sadece..

Renkleri,formları,suretleri farklı olsa da ,her sey benzer

aslında

Farklı değil “Aynı familyadanlar “

Bu sergi, sizi

kendi iç dünyanızla yüzleştirmeye, görünmeyeni görmeye ve insanın

karmaşık doğasını anlamaya teşvik ediyor

Sergiyi ziyaret ederek, siz de kendi iç

dünyanızla bir yolculuğa çıkın, maskelerinizi

çıkarın ve gerçeklerle yüzleşin. Unutmayin,

güzellik her zaman iyiyi, çirkinlik her zaman

kötüyü temsil etmez. insan ruhu, tipki bu kâseler 

gibi, karmaşık, çok boyutlu ve keşfedilmeyi

bekleyen bir dünyadır. Ve bizler, farklılıklarımızla,

hepimiz aynı familyadanız.”

SERGİ: KRAVATA

Kravatın Sanatsal Yolculuğu “Kravata”

Bir kravatın sergiye dönüşmesi, zarafetin ve fonksiyonelliğin estetik bir şekilde buluştuğu bir alan yaratabilir fikri ile ortaya çıkartılan bu sergide kullanılan Kravat, tarih boyunca giysinin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Ancak, onunla ilgili algılar ve anlamlar zaman içinde çok daha derinleşmiş ve bir moda ögesinden, kültürel bir simgeye dönüşmüştür. Bu sergi, basit bir aksesuarın ardındaki sanatsal potansiyeli keşfederken, aynı zamanda kişisel ifadenin ve toplumsal normların nasıl şekillendiğini irdelemektedir.

Bilindiği üzere “Kravat” (boyun bağı) kavramı Hırvatlar için özel bir öneme sahiptir, çünkü modern boyun bağının Hırvatistan’da ortaya çıktığı söylenir. Boyun bağının, Hırvat paralı askerlerinin Fransa’da görev yaptığı Otuz Yıl Savaşları sırasında 17. yüzyılda ortaya çıktığına inanılır. Üniformalarının bir parçası olarak boyunlarına takılan bez bağlarını ilk defa Fransızlar fark eder ve kısa bir süre sonra bu moda Avrupa’ya yayılır. Daha sonra boyun bağı terimi haline gelen Fransızca “cravate” kelimesi, Hırvatça anlamına gelen “Croate” kelimesinden türemiş olup günümüze “cravat” (kravat) olarak gelir.

Kravat, tarih boyunca dünyayı fethetmiş ve Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana Türkiye gibi dünyanın birçok ülkesinde de kabul görmüştür. Atatürk ve birçok büyük lider ve politikacılar, tasarımcılar ve sanatçılar tarafından hayranlıkla karşılanmıştır. Her bir kravat, bir stilin, bir kişiliğin veya bir dönemin izlerini taşır. Farklı dokular, desenler ve renkler, her bireyin ruh halini, duruşunu ve dünyaya bakışını yansıtır. Ancak, modern sanatla buluşan bu sergide, kravat sadece bir giysi parçası olmanın ötesine geçiyor. Sergi, kravatların yeniden yorumlanarak, mekânla etkileşime giren heykelimsi dokuları görsel öğelere dönüştürülmeye çalışılarak, her birinin kendi anlatısını yaratmaya olanak sunmaktadır.

Sanat, kıyafetin sadece görsel yönüne değil, aynı zamanda onun taşıdığı duygusal ve kültürel yükü de keşfeder. Sergideki her bir parça tuvallerin üzerinde yeniden hayat bulması amacıyla sanatçının dostları tarafından verilmiştir. Böylece bu durum, geçmişin ve bugünün birleşiminden doğan bir çağrışım yaratmaktadır. Kravatın estetiği, tarihsel bir öğe olmaktan çıkarak, izleyiciyi düşünmeye, sorgulamaya ve belki de kendi stilinin ve kimliğinin ne anlama geldiğini yeniden keşfetmeye davet eder.

Türkiye ve Hırvatistan’ın zengin ve görkemli bir tarihe sahip olduğu gerçeğinin farkındalığı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında, her iki ülkenin yakasına sanatla mütevazı bir düğüm atılırken, sonsuza dek dost olarak kalmalarını temenni ederim.

The Artistic Journey of the Tie “Kravata”

The idea of ​​transforming a tie into an exhibition could create a space where elegance and functionality meet in an aesthetic way. Throughout history, the tie has been an indispensable part of clothing. However, the perceptions and meanings associated with it have deepened over time and transformed from a fashion element to a cultural symbol. This exhibition explores the artistic potential behind a simple accessory while also examining how personal expression and social norms are shaped.

As is known, the concept of “cravat” (necktie) has a special significance for the Croatians, as it is said that the modern neck tie originated in Croatia. It is believed that the neck tie emerged in the 17th century during the Thirty Years’ War, when Croatian mercenaries were serving in France. The French were the first to notice the cloth bands worn around their necks as part of their uniforms, and soon this fashion spread throughout Europe. The French word “cravate”, which later became the term neck tie, derives from the Croatian word “Croate”, which evolved into what we know as the necktie “cravat”.

The necktie has conquered the world throughout history and has been accepted in many countries around the world, such as Turkey since the late Ottoman period. It has been admired by Atatürk and many other great leaders and politicians, designers and artists. Each tie bears the traces of a style, a personality or a period. Different textures, patterns and colors reflect each individual’s mood, stance and outlook on the world. However, in this exhibition that meets modern art, the tie goes beyond being just a piece of clothing. The exhibition reinterprets ties, transforming their sculptural textures that interact with the space into visual elements, allowing each one to create its own narrative.

Art explores not only the visual aspect of the garment, but also the emotional and cultural load it carries. Each piece in the exhibition was given to the artist by friends in order to find new life on the canvases. Thus, this situation creates an association born from the combination of the past and the present. The aesthetics of the tie, instead of being a historical element, invites the viewer to think, question and perhaps rediscover what their own style and identity mean.